Büyük Doğu’nun nasırlı avuçları
Anadolu, yeniden güneşin terini silecek, uyumaması için
aya fetih marşı çalacak. Bu hep böyle oldu. Sen ebed bahdı de, ben ezel meşki diyeyim. Ha
571 den sonrası, ha 1071’den sonra. Ne fark eder? .. Her asır ayrı bir baht gibiydi, her asır
birbirine benziyordu işte? Herşey yeniden şehitlere benzedi işte..
Şehitler yeniden yurt olmak için çıktılar yüreklerinden. Yine hiç bekletmediler özgürlüğünü yarınların.
Yarın çabuk oldu bu yüzden. Dün asırlar önceydi, yarın nefes kadar yakın. Öfkelendikçe taş
uzatan toprak, sevindikçe çiçek uzatan toprak da şehitti nihayet... Nihayet neslin soyadı
şehitti, ufuk, tarih, irfan, gönül, kalem hepsi. Öfke yüreği tanırdı, o yüzden ıskaladıkça
bütün üstü yazılı mermileri toplayıp bağrına koyan karanlık hepten şehitti. Zaman ve
mekanın şehit hükmünde olduğu yerde insan neydi, beş duyu ne, gönül neydi, veda ne?
Aydınlıkta yazılmamıştı bu baht. Hadi lisanı bertaraf edelim. Lisana ne hacet, uzanıp
yanına biraz dinlesen yeter; Fırat şehit, Sakarya şehit, Menderes şehit..
Soyadı ‘Şehit’ olanlara selam olsun..
Yaz mevsiminde sivrisinek ısırıkları.. Musallat olan her neyse gövdeme göre değil elbet.
Onlara değil Şehit soyadlı ufuklara yazma zamanı.
Kimin mendiline benzer bu ufuklar.
Göğsümden sayfa yırtarak ateş yakıp durmaktayım. Soğuyanı ısıtacak, alevi gül yaprakları
renginde, dumanı uzak giden bir yayla sisi teninde ve uzaklarımda ısıtamayacağımı bildiğim
her kuşu güneş, yakındakileri avuçlarım ısıtacak tesellisindeyim…
Ve göğsümden yırttığım eski sayfalardan ateş yakıp durmaktayım..
‘.. Yol ararken en fazla ufuklara bakarım ya!.. Hiç ısınamadığım yada hiç ısıtmayan yılların
sarartısına benzer yüreğimin. Bu ufuklar sanki gözlerimin kaldırımları.
Ufuklar!..
Hayatı çok sevmediğim kesin.
Yüreğim her yalanı ifşa ettikçe, bu ufuklara dikenli bir seccade
gibi diz üstü çökerim. İçim kadar derin sandığım bu ufuklara benzediğim kadar, kendime bile
benzemediğim başka bir vakıa...
Bazen hiç kendime benzemem!.. Bu yüzden bazen bazen kendimi tanıyamamaktayım!.. Bu yüzden günahlarımdan başka hiçbir şeyin özrü değilim.
Her yüzün sarardığı, her saçın ağardığı, her belin büküldüğü aynalara benzer bu ufuklar...
Onun herine uyan benim hiçimi zaten kuşatır.. Fırçayı süren, insan ruhuna batırmış olmalı!..
Hasretliysen sarartısına, kızgınıysan maviliğine, neşeliysen kızıllığına bakmalısın...
Ha senin rengin kaçmış, ha bu ufukların... Bazen böğründeki bir mermi kızartısıdır, bazen Meryem’in yanaklarındaki pembelik, bazen güneşten adres soran sahra susuzu... Soracağın ne bir adres,
Asya kadar kaybolacağın ne bir sahra saklıdır avuçlarında. Taş at, kurşun at, ademin eğri
kaburgasına havanın düz saçlarını bağlayıpda yayını yap hasretin, sonra, sonra zehirli oklar
fırlat dur kirpiklerinden...
Bu ayna kara sevda yüreğine benzer, bir türlü çatlamaz...
Hatıralarına bulaşmayan kim varsa bu şarkının esmeri!.. Eski bir bank, eski bir deniz, eski bir
yürek.. Kimlerle bakışmadım ki bu sahillerde !.. Adına ufuk denmiş ama ‘ofluk’ olsa, belki daha bir beni anlardı. Batan bir geminin sireni, biten bir şarjörün ‘eyvah’ı, küsen bir sevdanın
tenidir ufuklar...
Yada daha başka bir şey!.. Kaya üzerinde ısınan topal karınca, gülen anne,
ağlayan bebek, umut sırasına kuyruk yok, unutulan gelin ufuklardan düşen siyah bir tüy…
Öyle büyük bir kundak ki, akşam sabah bunca ninniyi hangi ana söyler bilemem!.. ‘
Bu şekilde avuçlarımıza üfürerek ısınamayız, iyisi mi sen o sigara sarısı parmaklarını da at bu
ateşe!.. Yüreğin gibi!.. Ateşler ısıtmıyor. Ateşler soğuk, heyecansız..
Kalemi penisilin dolu adam, bu karınca çoktan ölmüş. Hoppala da mevlit okuyan deli, oklavadan kürdan kesen akıllı dünyası bu. Hangisi olmakta kafası karışık bir sürü insan, deliyi anlarsa akıllı olamayan türünden..
Yada akıllıyı anlamak o kadar kolay ki delirmek işten değil. Neşe ‘kırnatanın’ucundan damlayan salya duruluğunda. Hangi saksı beklesin yada hangi meşkin kadeh dipleri
yeşertir bu saksı gibi taşınan yürekleri.
Artık ufka bakarken çöp karıştırır gibi hissediyorum kendimi. Bütün çöpleri okyanus ötesine
atma zamanı. Uyanma zamanı, gecekondu kolonileri kuruldu yüreğimize…
Fikir gecekondu,his gecekondu, huzur, dost, yaren, hitap, kitap, hasta, kalem, hoca, ilaç say sayabilirsen. Her şey ne kadar gecekonduya benzemekte.
Güneşin anlını silen mendil, aya oynaş çağıran kurbağalar; sabah tarhana, öğlen İskender,
gece sarma tipler amma arttı be!..
Ufuk azaldıkça artan aratana.
Neyzen yine gülümsedi sanırım…