Birçok şey yazmak istiyorum, ama birin çoğu yok.
Hiçbir şey yazsam, azı çok…
Bir az, hiçbir şey çok…
Hiçbir şeye benzemek muhabbet, bire benzemek müebbet…
Kalabalığa karışarak yaşamak, kalabalık gibi yaşamaktan daha kolay.
Kalabalıkta Ali’nin adresi olmaz nasılsa. Beslenemeyenler kısa boylu kaldı.
Burnumu seccadede bırakarak dolaşmak adetim oldu.
Alt tarafları çok kötü kokuyor olsa da, bu yığınların hamalı olmaya mecbur kalmışız.
Sen ekmek parası de, ben hava parası…
Şekerli akıl atığı, küspe doldurulmuş bol pantolonlar.
Kül tablalarına benzeyen gecekondularla, buluttan gecelik giymiş gökdelenler arasında sokak
bulunmaz.
Akıllılık ile delilik arasında saklananlar, bu yüzden, insan sayılmazlar.
Akıl her zaman farkı çöpe atar, çalı düş ağrısı çeker, hurma diş ağrısı.
Kimse aklının adresi değildir.
Nede kimse aklının sarılı mendili...
Aklı saklayan, tenha bulamaz.
Akıldan saklanan yine akla saklanır.
Aslında hükümde budur: öyle bir hayat ki, ne akılla olur, ne akılsız.
Her hatanın yaslandığı izah, her izahın yaslandığı kelime aklın…
Çöpe atılmış insanlardan cemiyet mi kurulurmuş !..
Akılsızlık derken, aklımla alay ediliyor derken, aklın neredeydi ?..
Akılla söylenmeyen sözler diye içlenen insan, aklı akılla muhakeme eder.
Sonuç; kürsüde yellenenin sırıtmasından ibarettir…
Ama, akıl için suç yoktur.
Alt akıl üst akıl safsataları, sadece, inzibatı iknada kurbağa manilerinden ibaret.
Kovada balık besleyen kedi kollar...
İnsan iştahının kopyasıdır, yer, içer, uyur…
Akıl değil, aynadaki uyur…
Aynalar kopya kağıtları değil midir?
Kopya sözler, kopya özler, kopya düşünceler.
Kopya çekerek yaşadığımız dünya, rahatın ve huzurun felsefesini mayaladığı devasa çıkarlar, geriye vicdan ahenginde, büyük gemilerin rotasında küçük gemiler, takalar…
Kimileri kendi avuçlarında yüzer, kimileri başkalarının avucunda…
Kimileri, kimse, hep yüzüyor.
Bu yüzden, öndekilerin işi bitince arkadakilerin ipini kesecek.
Aklın bağlamadığı muhabbet, münasebet, muaşeret...
Şüphesiz acizler aklın kül tablalarıdır. Yeşilleri yaprağa ulaşmaz, pembeleri tebessüme..
Siyahları karanlığa benzemeyen insan, beyazlarını saçlarından bile saklar…
Gölge dikene takılır.
Akıbeti seccadede eğilmez ülkünün.
Anlamamız gereken: beyazın ana fikri, siyahın sonucu…
Beş duyu aklın askerleridir dersek, aklı efendi yaparız ama, akıl efendilik yapmaz…
Ama akıl efendidir ve akıl zarif bir irtibattır.
Hayat dediğin hikayelendirilemez.
Hayat ışıktan bir ceylan.
Bir hayatı anlatan yada saklayan, ya onu kendi meziyetleriyle ihya, ya eziyetleriyle ıslah eder.
Bazen de rüsva…
Şimdi sözler depolardan akmakta.
Kaynak, avurtlar arasında.
Kızan tükürür, imrenen salya sızdırır.
Beslenenler, manzaralı boşaltım hanelerinde vaat bonoları imzalar.
Arı çiçekten zehirlenir, karanlık hırsızdan.
Yalanı yıkamak için deniz kirletilir.
Yamalamak içinse dudak gibi makaslar göğü keser.
Bir çıkara, bir ülke gibi hayatlar değişilir.
Nedeni düşünmeden itiraz eden, nedenin önceliğinin farkında olmayan insan çoğaldıkça,
İnsana misal verilen su, ne alnında nede gözde baht yeşertir.
Uyuşturucu satanla uyuşan insan arasında akıl dilendirilen efendi...
Aklı atından indirmek, hareketin idealden, idealin nedenden
önde gitmesi !...
Mütefekkirin “akıl olmazların zoru içinde” dediği hal.
Beş duyunun akıldan önce pembe ata bindiği, karanlıkta eşek, damat hikayesi…
Kaldı ki; ne toprak buluta borçlu, ne de kış güneşe…
Gayrı; kirpi çivi vermez, tuval çiçek…
Bu akıllar akıl değil.
Ne kirpinin çivisi nala uyar, ne tuvaldeki çiçek, çiçek kokar !..