Bu günler şafağın morali bozuk.
Süslü fayton durakları, haritalar..
Atlarının yemlerini yiyen saray faytoncuları!..
Okyanus gel-gitlerinde uygun, marazasız kıyı arayan teselli fikir!..
Demirden sakız çiğneyen fahişe, vesvese!..
Tek hakikat!.. Güne geciken Allah’ada gecikecek. Hayatımızın teorik izahı, karanlık
beyazlıklar, kiracıları tarafından satılığa çıkarılmış sılalar ve içeceğimiz suyla çatısını
yıkayan meşhur konaklar… Koca bir ‘hiç’ tevazusunda minik minik patika çığlıklar…
Düğüm düğüm çığlıklar!.. Bir hiç uğruna geri kaldığımız bir kitap bu!.. Her zaman hiç
saydıklarımızın canı daha çok yanar. Her zaman hiç derken koca koca romanlar yazar
bu hissiyat. Arı değse camı çatlar gönlün, bu yüzden eski dergi sayfaları kırık camlara
benzer…
Takma kafanı!..
Önemli olan hiç bir şey, gerekli olunca arkanda durmadı hiç… Mesafeleri çözemeden
ölen cins at ölüsüyle dolu hatıralar. Önemli olan neydi? Önemsiz hatıralar değilse kim
yuttu bu yarınları. Şarkıcıdan tabutçu olmaz duygulara. Merdivende uyuyan kedi, kör
efendi için korkuluğu kemirmekte. Efendi olmak isteyenler için tam dünya.. Yarını bayat,
bugünü menfaat, dünü nasihat…
Önemli önemsizler dünyası…
Dili çay kaşığı, sinesi çaydaydık insanların parti dünyası. Övünçleri müzeye kaldırdı
mirasyediler. Neye benziyor hal, biliyor musunuz? Hani şu maskeli balo garsonlarına…
Bu efendi olabilir, hayır şu daha tarife uygun, ama efendi su içmezdi nasıl olur, şu torba
ağızlı şişman valide sultan olmalı, herhalde şu da, atların yem torbasını başına geçiren
çapkın seyis olmalı!..
Sel kiralayan vadi olur mu?
Mantık, kıçını örtmektense örtüyü gözlerine kapatmakla meşgul!..
Sezai’nin, içine gül koyduğum tüfek ölmeye başlar dediği ya da Cemil Meriç’in, kuşlara
benzer dediği duygular bunlar olmalı. Ya da Mütefekkir’in, akıl olmazların zoru içinde
dediği hal…
‘ Kuşlara benzer duygular
Nereden gelir bilinmez
Kah çığlık çığlıktırlar, kah sesleri işitilmez.
Bağrında güneşler tutuşmuyorsa selamlayıp geçerler seni..’
İnsanın acısı nerdeyse kalbi orada atarmış.
Yeni kıblelerin taşları duygulardan.. Başa değmeyecek taşlar, ya kanadına taş yemiş
kumru taşlığından ya da taşı elinde kalmış şehit, doğu Akdeniz çocuğunun
avuçlarından… Özgürlüğü kına diye namlularına yakmış duygular, her günü ayrı bir kül
tablası gibi doldurmakta.
Günler kül tablalarına benzeyeli çok oldu. Marşları bitmeden yorulmuş, özgürlüğü
boyunda kolları, kellesi topunda yumruğu olmayan yorumlar ve vesveselerle karşı
karşıyayız.
Kıble dağlarında kar var. Tarih kirli saçlı alim…
Bu duyguları ancak ‘kıyılarım’ da şöyle özetlemiştim…
Kuytunu arıyorum,
Beş duyuda şüpheler..
Şu saatin içinde
Her kimseler kimseler,
Kıble kaçıncı yön ki
Hep ona gitmekteler..
Sılasını satmışlar,
Dar ağaçlık niçinler.
At baharı at turna,
Yalanla el eleler…
Çağ diye tutturmuş ki
Sarhoş mayhoş bir şeyler
Ya şu ebedi adam
Kuru sıkı bir şeyler…
Özet.. Vesselam…