Sayfa yazdığımız değil de her gün sayfa yırttığımızla tanınırız.
Birkaç güzel gün için, ne kadar unutulmuş cümle varsa sıraladığımız, ne kadar kötü haber
varsa kader albümüne yapıştırdığımız, kısaca kötülük ve şeytanı kollamaktan melekle
tanıştıramadığımız bir hayat.
Yalancılar, yemini ve andı kusursuz ezberler. Güneşi amaya kiralar, kötürüme Everest’in
zirvelerinden parsel satarlar. Anlamak zordur, zordur anlamak bu sicimin bu iğne deliğinden
nasıl geçtiğini, bilmek kadar kolay, bilmemek kadar zor … Bilmekle anlamak arasında yol
uzun… O yüzden anlamak zor, boynuza benzetilemeyen kalemi, kaftana benzetilemeyen
kefeni, tebessüme benzetilemeyen kahkahayı.
Herkes bilir ama bilinçlenemez… Bu yıllar en büyük dokunulmazlık efendi seçilenlerin
keyiflerindedir.
Ağacı bulan sincap oldu, çöplüğü bulan tilki.
Leyla diyor ki; beni niye seviyorsun Mecnun?..
Bu milleti çok sevenlere(!), niye seversin diye soran olmadı, asla!.. O yüzden nehir şırıltısını
sakladı, kuş cıvıltısını.
Örtü altında hakikat mışıl mışıl.. Övgü omzunda papağan fırıl fırıl.. Açıl susam açıl, bu
çorbada tek kıl var, akıl!.. Akıl Adem’e demişti ya; ne benimle olur ne bensiz… Anlıyorum
ki, akıl marabaya göre değil…
Belagatim kimi yaralar, kimi yemene çağırır bilmem. Beni okumayan bilirim ki, benim
okuduklarımı da okumaz. Böyle böyle, rüzgar denizsiz yelkene, ateş öksüren serçeye, aptallık
eyvallaha Leyla oldu. Hafıza yolu öküzlerini yemiş bir sürü kağnıcıyla doldu. Zamana ve
mekana göre kiralık yaşamak anlamı böyle tarif edildi, öyle oldu.
Yaranırken yağlanan (şişmanlayan), göğüs kılları çay otundan bir sürü baş, başkan… Syr
kültürünün şişman hadımları da böyle yaşadı. Ateş arandı odun oldular, su arandı oluk..
‘Bir ben vardır bende, benden içeri’ sözü bu güne çağrılsa, hani olmaz ya, Yunus yeni
yunuslara seslense; ‘bir şeytan vardır sende, senden içeri’ derdi sanırım. Su içerken
tıkanmaya benzedi bu iş. En duru en fransız fluyu sakladı beri, taş sapana değil kelebeklere
konalı beri, yürekler hırdavat vitrininde satılalı beri bu böyle. Kim ne olmak istiyorsa, o
yapacak imkanlar, ya kiralık ya satılık. Böyle bir keyfiyetten kemiyete geçerken, elbette yeni
dünyanın‘gazap üzümleri’ plakalı kamyonetlerinin vicdanı patlayacak. Işıkla ay ayrılacak,
nine can verirken delikanlı öpüşecek… Yada emekçinin ciğeri patlarken, efendi insaf sakız
patlatacak… Açlık ve makamla terbiye edilen diyarlarda yüzyıl önce yüzyıl sonra bu kadar
benzedi, anneanne zaman ve torun. Mendili üzerinde emekçi güreştiren otorite, yem verdi
yumurta aldı.
Alın teri mendillerinin oyası kıvılcımdandır. Kıvılcımları dişlerinden döker patronlar. Patron
deyince kimse sadece fabrikatör, partitör( lisan arayan kelime), kurumtör( lisan arayan
kelime) anlamasın ama bu kürdanı diş arasına değil yarasına batıran her emekçi bu kel
papağanların serenatından bıkmadı hala..
Kavaklıklar vardır ya hani, her kavak sadece milyonlarca banknot iliştirilmiş kürdan hayali
kurdurur. İşte her yazık ayrı bir kavaklık. Her huzur boyanmamış banknot… Hayallerimiz
birilerinin kavaklığı nihayet… Gündüzlerde ay ışığı garibi, gecelerde güneş garibi olmak
böyle bir şey. Tebessümler rüyadan dökülen kırıntılar kadar…
Yeşil gördüğünü muskaya saran bir millet. Ok doğrarken yaylara tohum düşüren, ezan
dinlerken hafız olan, müşkül kaldırırken Hızır olan bir millet… Şimdi; şu yaşmak çekmiş
düzen pencerelerine ulaşmak için kavak olan boy boy insanlara da bakın hele!.. Bunlar kim?
İçerde her gün kimliklerimize bir şeyler ekliyorlar… İçeriler mahpeyker dolu.. İşte!.. Sürme
çekilmiş gözlerin aklı unutturduğu, yaşmaklı mahpeykerlere sevdalanalı beri herkes adını Ali
koydu.
Şan, şöhret, nam seri numarası alınmamış godoşların özgür ve fütursuz dünyasına kafa tutuş,
hesap soruşun günü asla gelmedi. Gemileri yakan idealden her gün bir önceki saate, güne,
seneye verdiği sözleri yakan, minare boyarken en uzun gelinleri ayartan insanlarla dolup
taştık.
Dikkat ediniz, yalan büyük sanattır.
Bu insanlar en romantik şarkılardan en hisli kahramanlık marşlarına kadar ezbere bilirler.
Besmeleleri kırık leblebiler gibidir. Sinekler gibi ucuz ve bol…
Dedim ya:
Bu şarkılar atı ürküttü.
Dedim ya, etrafınıza iyi bakın, bir sürü kavaklık ve kavak maymunu arasındayız…
Necip Fazıl’ın ifadesiyle:
Mevsimler cücelere def çalıyor gerdekte,
Devin yalnızlığını sular bestelemekte.