Serin olur yiğidin hududu.. Günah onun uzaklarıdır…
Anlı uhut taşlarından yontulmuş, gözleri yayla gölleri, kaderi veda garları gibi… Sevdası yokuş, aynası duman!..
At boyayan ressam, deli kıratın rengi için tasalanan ressam!.., Aynası duman olanın düzü olmaz.
Evet!..
Gözlerimizin düşmanı, duyuşlarımızın dostu çok.
Hayat bir kendiyle dışındakilerin saklambaç oyunu.
İnsan, ömrünü içinde yaşar ve tamamlar. Akıl ve yüreğin serüveni denemelerden ibaret. Maziden kürek kürek yarına, yarından avuç avuç maziye..
Ne mazi uslanır ne yarınlar.
Saklanan yürek desen değil, koşan yağmur desen hangi susuzun baharına. Sonbahar teninde ameller, tadı son tebessüm tadında, aşkı yere düşmeyecek uzak yıldız bulanığı… İçinde tam, dışında yarım yudum. Özgürlüğünü hayallerden öğrenirken aklı dolanan akıl, oynaş tuttuğuna değil muhatap anlayışa nispette cennet ve cehennem fikri.
Mutlak olan yağmurla talanlanmış bahar fikri.
Özgürlük hayalleri olan Kafkas çocuğu, Türkistan çocuğu!.. Asyalı Anadolulular!..
Şafak ben daha güzelim dedikçe, gece ay güneşe devir teslim yapmaz.
İçimizden yayılan koku hep yayla kokusudur ancak akıl papatya toplamaz. İçe doğru yok (fert), dışa doğru var(cemiyet); bin yokla bir varın zıtlar dengesi. Herkesin sevdası farklı türkü söyler. Herkes farklı yaşar günahı. Yaprak tohuma benzemez ama tohum kokar .
Yürek kokmayan akıl, zafer kokmayan tarih, aksiyon kokmayan fikir aynı sokaktan komşudur. Asaleti yürek verir, adaleti akıl. Kimse içindeki kadar değildir nihayet. İçinden çıkan dev, soytarısıdır aslın.
Sahte dalgıçlar, balıkla suda pazarlık yapar. Posa yedirilen ideal şişmanların gölgeleri büyük olur, hep gölgelere buyur ederler. Çile güneşte sigara yakar. Yüzünü ekşiten bulut su döker, torba avunur, insan diye konu mankenleri temizlenir.
Hiç güçlü akan bulanık bir suya baktınız mı. Pusta yıldızları saymak gibidir!.. Bu hissi bir köy muhtarının sönük gözlerinde yakalamıştım. Küçük bir ilkbahar arkına dalmış gözler. Selam verdim, o değil su aldı. Suya karışmak mı desem akmak mı. Su kuru, bakan ıslaktı. Yüreği soymuş yıkayan akıl. Heyhat!.. Suyun içinde ama ıslanmayan akıl. Babamda gördüğüm yaşlı hal. Dünya ıslak bir yorgandı, dünya birkaç güzel gün sonunda kara tren vedasıydı. Oyuncaklarına benziyordu bebeklerin. Oyuncaklar bozulmuştu, su ıslatmıyordu, taş kırmıyordu, göz konmuyordu artık.
Serin zamanlarıydı yaylaların. Atı bu yaylanın sonuna sür dur. At üstündekinin hayalleri, yat üstündekinin hayallerine benzemez elbet. Manzarayı kim sanıyorsan osun. Bu hal, hadiseyi fikrin doğurup ta, hadise içinde kendini unutması. Bu günkü siyaset içinde fikir arayana, siyaset fikrin posasıdır dersem anlar mı bilmem.
Kuluçka yatan yatana?..
Birkaç güzel gün için çirkinleşene karşı, birkaç kötü gün için güzelleşene bakın hele?.. Kendinin olmayanı kimse Rabbine de vermez.
Yaylası anlı olan, alın çizgileri yolları olan adam, haydi sür atını.
Aklım almıyor artık hayat diye gül suyu ile yıkanan yalana.. Hududu akıl değil menfaat çizmekte. Yürek göz yaşı gölünde arınmamakta, tohum kokmamakta yapraklar, tarih nefes darlığındaysa ne anlayasın bu hayattan?
Akıl tutulur, yürek karanlıkta kalır. Hal bu… Akvaryuma kusan sarhoş şehri bulandırır. Dipçik yosunlarının rengi yeşille karışır. Kaldırımdakilerin insanla karıştırıldığı bir şehirde, insana benzeyenler gönüller kadar suskun. Caddelerde medeniyet meşkleri. Marangozhaneden insan sesleri duyulmakta. Mütefekkir(!!) yeni adam yapmakta…
Susun!..
Bu cemiyeti kandırmaya lüzum yok. Lambayı kapatırsan uyur, açarsan uyanır(!!) Birkaç takım elbisesi olunca efendi, birkaç yüzgeci bitince yunus olur. Ağır olan molla, hafif olan holla, zarif olan toka, aptal olan zoka, yeter!.. Yüreğe mola..Akıldan aklın adresi sorulur mu?!.
Birkaç güzel gün için koparılmayı bekleyen papatya, hangi yaylanın çiçeğisin sen?..
Ya sen gölgesini sırtlamış öksüz?..
Ya sen taş kemiren tarih?..
Ya sen deli rüzgar; ne zaman sızacaksın sineme?..
Gün kalmadı.. Son İstasyon…
Senin uykuların şafak çöpüdür, aksiyonlarını akşam çöpü gibi kaldırımlara dökerler…
Hayat!.. İki hece… Her ‘sanki’ gibi. Her ‘sanki’ bir mazlum yanağı. Her yanak, ilahi belini kıran
mevlithanın tef zarından!..
Sanki!..
Dil kelimeyi zayi eder, dudaklar gece yarısı karanlık kaldırımlara benzer. Ölü sedyeden düşer,
diri kaldırımdan... Sanki!.. Hiçbir şeye benzemeyen hayat sanki her şeye benzer… Pazarına fikir
dedin mi, sanki alıcı fukara olur satıcısı zengin… Sanki satıcısı çok hayatın… Sanki ‘şey’le meyhane
arkadaşı ... Aynı sarayın iki devşirmesi!.. Herkesin yazığı bir sanki sokağı. Sanki bir hayale
benzetmişler, benzetenler sanki demeden insan olamayanlardan… Sanki yalan talanı istikbalimiz,
sanki her tebessüm ömrün en kıdemli tavizi, sanki aradıkça hep aynı tatlı tepsisine dönüyor sevgili
sinekler…
Adına sonbahar deyip sanki birileri yaprakları boyuyor. Kiminin ışığı kiminin karanlığı… Zıtlar
muvazenesinde en yakın kadim iki dost. Bazen ışık bazen karanlık gariban. Işık hep adres arayan
kayıp, karanlık hep yatak arayan yorgun. Teselli hep aynı. Yerin üstünde adres bulan altında nasılsa
yatak bulur. Rastladığının karnını doyuran toprak, sanki efendi helvasıdır. Sanki ayıbı gardiyanıdır
tarihin. Alacaklı olur kovulur, verecekli olur soyulurl. Gayrı has’ta riyakar, hasanda!..
Kiracıları şamatalı bir diyardayız. Bazı evlerin önünden geçen çok olur. Sanki güney
pencereleri gibi… Buz tutmaz, dudak yapışmaz pembe camlara taş bulmak zordur. Çıkara benzer,
inzibatı olmayan, ranta benzer, ambarı boşalmayan… Anıranları sır tellalı yapar… Baştakiyle
sinedekidir sanki. Sinedekinin dile, göze, yüreğe giden yolunda dar, dik, kaygan bir boğaz vardır ya!..
Dil Yemen kadar uzak bir gurbettir. Oysa kafatasından dile gelenin yolu iniş, gailesi nispetsiz olur. O
yüzden hep kendimizden habersiz gizli zalimler oluruz, akıllı kalır, susuza, aça, garibe, yetime, tarihe
hep akıl gibi yukardan bakarız. Sinenin iptali metres hilesidir. Kolay gelenlerin zoru kalabalıklar böyle
doğar. Bakın o kalabalıklara, sanki tek bir akıl gibidir. Kolalı, temiz, talimli ve ayrıcalıklı… Binlercesi bir
yürek bulutu taşıyamayacak kadar kurak ve sanki yekûnu anadan değil seradan…
Anlayanlara yazmak lazım elbet. Kelimeleri kar temizler gibi savuşturan, ceplerinde kendi
topunda çöp yığar. Hani biri hava yapacak ya; şu kitapta şunu dedi, bu kitabı okudun mu türünden.
Ok yemiş gibi okumayan, siyahta beyazı, nefeste ayazı, bakışta arazı, dilde avazı ne bilsin… Sanki,
anlaşılmaz olanlar panzehiri gibi bedduaların. Hadi elim sende oynayalım; biri güneşi sobelesin adını
şafak koysun, biri seccade bezinden günaha flama yapsın, biri tazı burnunda dua salsın mazlumlara!..
Sanki esmer katil, sarışın cennet ummakta. Sanki bu nehri bu tuz torbaları göl yapmayacak gibi…
Hadi kelimeleri konuşalım. Sanki her kelimede bir kanarya öksürür. Sanki her kelime ayrı bir
aklın esir kuşu. Cümleler kafes, dudaklar kabadayı fesi!.. Böyle böyle küçük ısırıklarla ne elma yanaklı
geceler tükendi. Ne baharlar kış uykusundan uyanmadı. Sanki her birimiz aynaları tuvalı olan
mükemmel ressamlara döndük. Her gün kendimizi çizerek, her gün yeni boyalar sürerek, bazen
hüzün, bazen neşe, bazen ne endişeler çizdik de sırf adam desinler diye efendiler... Teselliler nesliyiz
biz!.. Yüreğimizden dilimize konamayan, oradan güneşi gagalayamayan ölü kuşlar şehridir sinemiz.
Aynalara iyi bakanlar ne çok mezarlık görür, bu yüzden. Ve sanki üvey üvey gülümseyenlerle, öz öz
ağlayanların adaletini hala kuramadık…
Hatıra boyadığımız şu dünyaya hayat diyoruz. Gündüz karikatür, gece avantür!.. Dost dağ,
düşman ağ!..
Fikrin bütün dallarını kelebek kanatları kesmiş… Fikir her gurbet hal için beş duyudan birini
adak adamış.
Susacağım zamanlar hep bir mazlum ararım!..
Sanki başka bir şey kalmadı da gâvuru konuşmaya başladı şeytanlar.
Her hakikate bir şeytan cariye verilmiş sanki…
‘Sanki Rum ili haramisi durur hal-i ruhun
K'öldürür can kar-banın varını andan alır’ (Necati/ Yanağındaki ben sanki Rum eli haramisidir.
Can kervanını öldürür ve ondan varlığını alır.)
Sanki hala anlaşılmadı bu ince zarlı yıllar !..